Fak V karaciğerde sentezlenir. Aktive olmuş protein C, Fak V’i proteolize uğratarak antikoagülan etki gösterir. Aktif Protein C direnci, Faktör V'in, pıhtılaşma reaksiyonundaki direncini belirtir. Aktifleştirilmiş C proteini pıhtılaşma reaksiyonu yavaşlatmak için Faktör V üzerinde etkili olmazsa pıhtılaşma riskinde artışa neden olur. APC direncinin çoğu, buradaki bir mutasyon olan Faktör V Leiden mutasyonundan kaynaklanmaktadır ve bu Faktör V ‘i kodlayan gendeki mutasyondur.
Faktör V Leiden en sık görülen genetik kan pıhtılaşma bozukluğudur.Özellikle Kafkas veya Avrupa kökenli insanlarda yüksek oranda görülme olasılığı mevcuttur. Kafkasyalıların yaklaşık % 5'i, Afrikalı Amerikalıların % 1,2'si, İspanyol Amerikalıların % 2,2'si, Yerli Amerikalıların % 1,2'si ve Asyalı Amerikalıların % 0,45'inde görülür. VTE'li hastaların % 10-20’si bu gen mutasyonuna sahiptir.
Faktör V'in APC'ye dirençli olup olmadığını gösteren bir test ve Faktör V Leiden mutasyonu için genetik bir test mevcuttur. Her iki test de durumu teşhis edebilir.
APC direnci, anormal pıhtı oluşumu için nispeten zayıf bir risk faktörüdür. Faktör V için bir anormal gen (heterozigot) 8 kat artmış pıhtılaşma riskine sahiptir ve her iki gende anormal ise (homozigot) riskte 80 kat artış vardır. Faktör V için bir anormal geni olan hastalarda yaşam boyu semptomatik DVT veya PE geçirme olasılığı yaklaşık % 10'dur.
Bununla birlikte, APC direncine sahip bir kişi için anormal pıhtı oluşumunu artıran oral kontraseptif kullanımı, hormon replasman tedavisi veya gebelik gibi başka risk faktörleri de vardır. APC direnci tekrarlayan gebelik kaybı ve obstetrik komplikasyon riskini artırabilir. Ayrıca, böbrek nakil alıcıları ile ilgili de kötü sonuçlarla ilişkilidir. Bu durumun arterlerdeki anormal pıhtı ile ilişkili olup olmadığı bilinmiyor.
Protrombin G20210A mutasyonu,protrombin genindeki kalıtsal bir kusurdur. Protrombin, kandaki pıhtı oluşumuna yardımcı olan bir proteindir. Yüksek düzeyde protrombin seviyesine sahip kişide anormal pıhtı oluşma riskini artmıştır.
Bu hastalık ikinci en yaygın görülen kalıtsal pıhtılaşma bozukluğudur. Kafkasyalıların % 2'si, Güney Avrupa kökenli insanların % 3'ünde görülür ve Yerli Amerikalılar, Asyalı Amerikalılar veya Afrika kökenli Amerikalılar’da nadir olarak görülür.VTE geçiren hastaların % 5 ila 10'unda görülür.
Gendeki bozukluğu bulabilen bir kan testi vardır. Bu test bir pıhtı oluşmadan önce, pıhtı oluşma süresince veya sonrasında herhangi bir zamanda doğru olarak gerçekleştirilir. Heterozigot taşıyıcılarda 1,5, homozigot taşıyıcılarda ise 2 misli pıhtılaşmaya eğilim artmaktadır. Gebelikte ise venöz tromboembolizm riskini 15 kat artış görülmektedir.
Bu protrombin gen mutasyonuna sahip çoğu hasta, 50 yaşına kadar VTE atağı geçirmez. Bu bozukluğu olan hastalarda pıhtılaşmanın yarısı şu durumlarda görülür: cerrahi, travma, uzun süreli immobilizasyon, gebelik veya östrojen tedavisi.Bu bozukluğun atardamarda anormal pıhtılaşma riskini arttırdığı görülmemektedir.
Hiperhomosisteinemi, homosistein amino asidinin kazanılmış veya kalıtsal bir yükselmesini ifade eder. Amino asitler, vücuttaki proteinlerin yapı taşlarıdır. Homosistein, çeşitli amino asit türlerinden biridir. Kazanılmış hiperhomosisteinemi böbrek yetmezliği, hipotiroidizm, folat eksikliği, B6 Vitamini veya B12 eksikliği gibi bazı tıbbi durumlarla ortaya çıkabilir.
Kalıtsal hiperhomosisteinemi, homosisteini parçalayan enzimleri kodlayan genlerdeki mutasyonlardan kaynaklanır. Azalan metilentetrahidrofolatredüktaz üretim ve aktivitesine bağlı olarak homosistein yükselir. Buna bağlı tromboz riski artış gösterir. Hiperhomosisteinemi hem arter hem de vende pıhtılaşma problemleriyle ilişkilidir. Hiperhomosisteineminin kan pıhtılaşmasını nasıl etkilediği tam olarak bilinmemektedir.
Genel popülasyonun % 50'sine kadar olan kısmı,homosistein metabolizmasını etkileyen bir mutasyona sahip olabilir. Bu her durumda yüksek homosistein seviyelerine neden olmaz. MTHFR gen mutasyonu: çok sayıda mutasyonu bulunmakta olup en sık görüleni C677T ve A1298C dir.
Hiperhomosisteinemi tanısı homosisteinin kan düzeyine dayanır. Yeni bir VTE olayından birkaç ay sonra homosistein düzeyi yükselebilir. Testlerin doğru olması için VTE saptandıktan bir kaç ay sonra yapılmalıdır.
Hiperhomosisteinemi hem arter hem de vende anormal pıhtılaşma ile ilişkilidir. Hiperhomosisteinemi'nin sadece pıhtılaşma belirtisi ya da pıhtılaşma nedeni olup olmadığı açık olmasa da pıhtılaşmada etkisi vardır. Homosistein seviyesi ilaçla azaltılabilir, ancak bu VTE riskini değiştirmez, bu nedenle bu durum için testin değeri belirsizdir.
Folik asit, B6 vitamini ve B12 vitamini tedavisi ile yüksek homosistein düzeyleri azaltılabilir.
Henüz tam olarak bilinmeyen başka kalıtsal pıhtılaşma bozuklukları vardır. Bu rahatsızlıkların çoğu DVT ve PE tanısı almış kişilerde VTE riskini artıran ‘bilinmeyen’olarak adlandırılan rahatsızlıklar olduğu düşünülmektedir.
Antifosfolipid antikorları, kandaki pıhtılaşmada önemli olan proteinlere karşı yönlendirilen bir antikorlar ailesidir. Bu antikorlar lupus antikoagülanları ve antikardiolipin antikorları içerir. Primer APS hastaları APS'ye sahiptir ancak bu hastalarda lupus veya diğer otoimmün hastalıkları bulunmaz. Sekonder APS, APS ve sistemik lupus eritematozus (SLE) hastalarını içerir.
Bu durum sağlıklı bireylerin sadece % 2'sinde bildirilir, ancak VTE’ li hastaların % 20'sinde görülür.
Bu durumun teşhisi hem klinik hem de laboratuvar testlerine dayanır.Bu duruma tanı koyabilmek için bir kişide,en az 6 hafta arayla bakılan iki testte antikor düzeylerinde yükselme olmalıdır. Anormal pıhtılaşma veya gebeliğe bağlı bir komplikasyona sahip olmalıdır.
APS'li kişilerde VTE riski nispeten yüksektir. APS li kişilerin yaklaşık 1/3'ünde anormal pıhtılaşma olayı olmuştur. Genellikle bu olay bir DVT'dir. Lupusu olmayan APS'lerde, VTE riskinde APS olmayanlara göre 11 kat artış var. Ayrıca arteriel pıhtı oluşumu riski de artmıştır. Lupusu olan hastalarda antikorlar olmasa bile anormal pıhtı oluşumu riski artar.
İlk VTE'si olan APS hastaları genellikle kısa süreli etkili heparin gibi kan sulandırıcı ile tedavi edilir. 5 gün sonra varfarin tedavisine geçilir. İlk pıhtılaşma olayından sonra kan sulandırıcının ne kadar süre devam edilmesi tartışmalı bir konudur. Bu süre 12 ay ile ömür boyu arasında değişebilir. VTE’si olmayan APS'li hastalarda günlük aspirin tedavisi önerilir, ancak ek risk faktörleri varsa varfarin veya heparin tedavisi düşünülmelidir.
Heparin kaynaklı trombositopeni (HIT), heparin tedavisinin ciddi bir yan etkisidir ve bu anormal pıhtılaşmaya neden olabilir. Bu durum, insanın vücudunda heparine karşı antikor oluşturur ve bu antikor aynı zamanda trombositleri de hedefler. Antikor trombositlere bağlanarak kümelenmelerine neden olur, bu da pıhtı oluşturur.
Her ne kadar heparine bağlı antikorlar heparin alan kişilerin % 10-20'sinde ortaya çıksa da, bu hastaların çoğunda HIT gelişmez. 5 gün boyunca heparin kullananların sadece % 1-3'ünde HIT ortaya çıkar. 14 günlük sürekli kullanımın ardından bu oran % 6'ya kadar çıkabilir. Düşük moleküler ağırlıklı heparin kullanımı daha düşük HIT riskine sahiptir.
Heparin tedavisi altındaki bir kişide yeni bir pıhtı oluşması HIT için şüphelidir. Kandaki trombosit sayısında düşme, HIT'in bir başka işaretidir. Heparin tedavisinin başlamasından 5 ile 10 gün sonra trombosit sayısı düşmeye başlar, 7-14 gün sonra düşük bir seviyeye ulaşır. Bu "tipik başlangıçlı HIT’’ olarak bilinir. ‘’Gecikmeli başlangıçlı’’ HIT’de trombosit sayısı heparin tedavisi başladıktan 20 gün sonra düşmeye başlar ve heparin tedavisi kesildikten sonra da düşmeye devam edebilir. “Hızlı başlangıçlı’’ HIT’de, heparine başladıktan sonraki 24 saat içinde trombosit sayısında düşme ortaya çıkabilir. HIT daha önce heparin tedavisi alan hastalarda ortaya çıkabilir. Trombosit sayısında %50 lik düşüş veya trombosit sayısının 100.000'in altına düşmesi HIT için şüpheli olarak kabul edilir. HIT tanısı koymak için gerekli laboratuvar testleri yapılması gerekiyor. HIT için bazı testler vardır ve trombosit fonksiyonu ve otoantikorlara bakılıyor. Eğer bir hasta HIT den şüpheleniliyorsa, test sırasında heparin tedavisinin derhal durdurulması gerekir.
HIT hastalarında anormal pıhtı oluşumu 30 kat artmıştır.En yaygın görülen pıhtılaşma olayı DVT'dir. PE bu hastalarda da yaygındır. Anormal arter pıhtılaşması daha az görülmektedir. HIT'li hastalarda yaklaşık % 20 oranında anormal cilt lezyonları oluşabilir.
Yapılacak ilk şey, tüm heparin kaynaklarını durdurmaktır. Ayrıca anormal pıhtı oluşumunu önlemek için başka bir kan sulandırıcı kullanmak gerekir. Başka kan sulandırıcı olarak lepirudin, argatroban ve bivalirudin kullanılabilir. Düşük moleküler ağırlık heparin bir heparin türevidir ve kullanılmamalıdır. Trombosit sayısı normal değere ulaştığında, varfarin tedavisi başlatılabilir, ancak 5 gün boyunca diğer kan sulandırıcı ile birlikte kullanılmalıdır. HIT olan bir kişi, çok özel ve nadir bir durum olmadıkça yaşamlarında tekrar heparin tedavisi almamalıdır.
Venöz tromboemboli riskini artırabilecek birçok farklı faktör vardır. Bu faktörlerden bazıları riski diğerlerinden daha fazla arttırır. Bu risk faktörleri nedeni bilinmeyen venöz tromboembolik hadiselerde araştırılmalıdır.